Aralık’ın 13’ünde taslağını hazırladığım bu yazıyı ancak şimdi yayımlayabiliyorum. Şöyle bir durup düşünme fırsatı bulduğum kısa zamanlarda, yavru ceylanımla geçirdiğim
Aralık’ın 13’ünde taslağını hazırladığım bu yazıyı ancak şimdi yayımlayabiliyorum. Şöyle bir durup düşünme fırsatı bulduğum kısa zamanlarda, yavru ceylanımla geçirdiğim tüm anlar gözümün önüne geliyor. Onunla yaşadığımız ilginç olayları unutmadan yazıya dökeyim diyorum ama kuzumu bırakamıyorum. Bilgisayarımı açamıyorum. Bir an olsun yanından ayrılmak istemiyorum. O anların tadını çıkarıyorum. Bazen birlikte yazalım diye düşünüyorum. Salonda yazayım diyorum. Bir taraftan Beren gözümün önünde olur, ilgilenebilirim, diğer taraftan da yazmaya başlarım. En azından hatırlayacak kadar, ana başlıklarıyla not ederim, sonra kaldığım yerden devam ederek detaylara inerim diye düşünüyorum. Ama ne mümkün…
Odaya bilgisayarı getirdiğim anda, daha önce izlediği klipleri, çizgi filmleri açalım diye anında yanımda bitiyor. Gelişigüzel tuşlara basıyor. O arada benim bile bilmediğim kısa yolları keşfediyor. Windows açılırken değişen ekran için ne oldu, açıldı mı şeklinde sorularla beni sıkıştırırken, bir ara kararan ekran için, bilgisayar bozuldu yorumunu yapıyor hemen. Ben de tam açıklamak üzereyken masaüstünü görüyoruz. İkimiz de rahatlıyoruz.
Beren’le akşamları yemekten sonra, oyun faslına geçiyoruz. Bu arada vakit çok çabuk geçiyor. Uyku saati yaklaşıyor. Minik tatlı tavşanımdan gerekli notları kaydetmek için bana biraz izin vermesini istiyorum. En fazla 3 dakika sürecek olan süreçte bile kuzucan benimle oyun oynamak istiyor. Sonrasında anlıyor ki babanın bir işi var ve kendisiyle ilgilenilemeyecek, kendi kendine oyunlar türetiyor. Uykusu da yavaş yavaş geldiğinden, daha önce yapmadığı davranışlarda da bulunabiliyor. Koltukların üzerinde çıkıp zıplamak gibi, hiç dokunmadığı cep telefonumu alıp kulağına götürmek gibi, televizyon kumandasını alıp rastgele tuşlarına basmak gibi. Belli ki benim istemediğim bazı şeyleri yaparak dikkatimi çekmek istiyor. Ben de bu davranışına her zamanki tepkimi verip, net bir tavırla karşı çıktığımı söylüyorum. O da biliyor ki baba bu davranışa her zaman aynı tepkiyi verir. Benim normal ses tonumla, bu gibi durumlar karşısında takındığım tavır ve ses tonumla aradaki farkı biliyor tabi. Kendisine kızdığımı düşünerek, anında son veriyor o anda hangi davranışı yapıyorsa. Ben de hep aynı şekilde davranmaya dikkat ederek, durumun netleşmesini sağlıyorum. “Bu davranışın hoşuma gitmedi. Sana kızmadım. Sadece cep telefonumu alıp kulağına götürmeni istemiyorum.” diyerek açıklamamı yapıyorum. Ama arkasından da “seni çok seviyorum tatlım” diye de ekliyorum. Kuzum da karşılığını hemen veriyor. “Ben de seni seviyorum babacım”. Benim bunu istememem seni sevmediğim anlamına gelmez bebeğim 🙂
Oracıkta bir sevgi yumağı oluşuveriyor. Küçük küçük kalpler yükseliyor aramızdan… Sevginin sonsuz olduğunu, istenen her an yanımızda olduğunu bilmek istiyor kuzucan ve bir onay bekliyor; “bana güler misin babam?”
Benim gülümsemem, aklında kalabilecek tüm pürüzleri yok ediyor. O da bana gülümsüyor ve oyunumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Güzel gülüşleriniz yüzünüzden hiç eksik olmasın. Bir tanecik yavrumuz ve bir tanecik torunumuz. İyiki varsınız…