İyi adam kötü adam

Kuzucuğumla bir hafta sonu daha geldi geçti. O kadar ki, haftanın bir günü de olsa yazı doya doya yaşayalım düşüncesiyle

Kuzucuğumla bir hafta sonu daha geldi geçti. O kadar ki, haftanın bir günü de olsa yazı doya doya yaşayalım düşüncesiyle hızlı hareket ederken önemli birkaç şeyi evde unuttuk. Oradan oraya koşarak hareket ederken o koşturmaca arasında aslında denize gitmek için niyetlenmişken bir de, kollukların yanında en önemlisi fotoğraf makinamızı unutmuşuz. O nedenle bu hafta az sayıda fotoğrafımız var ve onlar da eve geldikten sonra çekebildiklerimiz.

Tam güneşin tepede olduğu saatleri evde geçirdikten sonra, birazcık güneşlenmek ve denize girmek için yine son zamanlarda favori mekânımız olan Eleven Beach’e gittik. Artık çalışanlarıyla da tanışıklığımız olduğu için rahat bir ortamda deniz keyfi yapıyoruz. Beren yine komşu şezlonglarla olan sohbetlerde en önde. Levent abimiz ile birlikte gittiğimiz yerlerde vaktin nasıl geçtiğini de anlamıyoruz. Bir süre sahilde gölgede oyalandıktan sonra, denize girip serinlemeye karar verdik. Beren kucağımda ve boynuma sarılmış bir hâlde geçtiğimiz birkaç hafta önceki denizin soğukluğuyla karşılaşacağını düşünerek endişeliydi biraz. Ayağını çekinerek uzattı ve ben yavaş yavaş yürüyerek alışmasını sağladım. Denize girdikten sonra zaten çıkmak bilmedik o ayrı. Tam yüzmeye adapte olup keyfini çıkarmaya başladığımız anda Beren biraz ileride iki abla gördü. Yanlarına gidelim orada eğlence var dedi. Kızımın isteği benim için emirdi. 🙂 Tanıştık ablalarla ve Beren’i çok sevdiler. Konuştular bir süre ve sonrasında biz de çıkıp biraz güneşlendik. Kızımın her yanını güneşin zararlarından nispeten koruyabilmek için kremledim. Bu minik kuşumun da çok hoşuna gidiyor. Sonrasında gölgedeki yerini aldı, kova ve kürekleriyle oynamaya başladı. O arada babaannesinin sabah erkenden kalkıp yaptığı kekleri yedi ve meyve suyunu içti. Tükettiğimiz suyun haddi hesabı yok zaten. O gün Antalya’nın kavurucu sıcak günlerinden biriydi.

Plaj konusunu Beren’in uykusunun gelmeye başladığı anlarda kapatmaya karar verdik ve dönüş planını uygulamaya koyulduk. Sevdiği şarkılar ve hafif çocuk müzikleri eşliğinde, arabanın serinliği de buna eklenince yolda uyku kaçınılmaz oldu. Eve kendimizi atar atmaz Beren bir köşede ben bir köşede uyuduk. Bir güzel dinlendik. Uyandıktan sonra yemeklerimizi yedik. Yemek sırasında masanın etrafında çiçek oluyoruz ve yemek bitene kadar kimsenin kalkmasına müsaade yok. Kalkan biri olursa yaprak koptu diyoruz. Herkes yemeğini bitirmek için uğraşırken Beren ara sıra yemek istemediğini söylüyor. Doyduğunda yemek istemiyorum derse eğer, zaten ısrar etmiyorum. Çünkü kendisi bunu bilecek yaşta. Ama daha yeni sofraya oturmuşken böyle derse, belli ki oyun istiyor ve o zaman canavar dediği (nereden öğrenmiş bilmiyorum) bir karaktere bürünüyor. Beren küçük canavar ve ben de büyük canavar olarak bütün yemekleri bitiriyoruz. Yemekten sonra el yıkama ve diş fırçalama faslından sonra sıra oyun vaktine geldi. Beren elinde boyaları ve boş A4 kâğıtları ile serin bir yer ararken kendine, bulduğu yere oturuverdi. Resim sanatını icra etmeye pek meraklı olan miniğim bir yuvarlak kafa ile adam resimleri yapmaya başladı. Kalem elinde, gözü defterde bir yandan da konuşuyor:

– Kötü adam (resmi) yapalım mı?

Kötü adam dediği şeyin ne olduğunu merak ederek sordum:

– Nerede gördün kötü adamı tatlım?

Resim üzerine bir kalem darbesi daha ekledi:

– İyi adam oldu… 😮 Hem de şaşkın!

Tam da babasını tarif etti sanıyorum. Her zaman kızı için “iyi adam” olmak isteyen, bunun için güvenini ve sevgisini kazanmanın değerini bilen ve bir taraftan da Beren’in tepkileri karşısında zaman zaman şaşkınlığını gizleyemeyen ben. 🙂