Pazar eğlenceleri

Çocukluğumuzda en büyük eğlencemiz ya televizyon karşısında vakit geçirmekti ya da havanın durumuna göre dışarıya çıkıp futbol oynamaktı. Büyüklerimiz de anlatırlardı

Çocukluğumuzda en büyük eğlencemiz ya televizyon karşısında vakit geçirmekti ya da havanın durumuna göre dışarıya çıkıp futbol oynamaktı. Büyüklerimiz de anlatırlardı ya eskiden, bizim zamanımızda şöyleydi, bizim zamanımızda böyleydi diye. Şimdi ben de böyle hissediyorum. 🙂

Bizim zamanımızda elektronik oyun olarak atariler vardı, meşhur Commodore 64’lerimiz ve bir üst sınıf olarak da Amiga 500’ler. Bunun yanında taşınabilir özellikte tetrislerimiz vardı. Berenle geçirdiğimiz yaz tatili döneminde Beren’in tatil öncesi hafif olarak başlayan karın ağrısı ve sanıyorum üşütmeden kaynaklanan kusma şikâyeti vardı. Bu nedenle tatil süresince hiç havuza ya da denize girmedik. Daha önceden gittiklerimiz yeter. 🙂 Berenle, zamanla yarıştığımız pazar günlerinde her zaman teyzeyi, büyük babaanneyi, Salih dayıyı, yengeyi, halayı, amcayı ve Umut abisini görme şansımız olmuyor. Bir hafta bir eve, diğer hafta diğerine gitsek bile 2 haftada bir Beren’i ancak görebiliyorlar. Biz de tatilimizin bir bölümünde bu ziyaretlerimizi gerçekleştirdik. Beren’in her gittiği yerde, kendine ait bir köşesi var. Bir oyuncak sepeti de. Hangi oyuncağı nerede onun bile takibini yapabiliyor. Kuzum oyuncaklarıyla oynarken çoğu zaman kendi kendine, bazen de bizlerden birini çağırıyor yanına “gel oynayalım” diye. Bu kez ben çağırdım Beren’i yanıma “hadi gel oynayalım” diye. Angry Birds furyasına dâhil ettim miniğimi de. 🙂 Artık bana “kuş aaç!” diyor Angry Birds istediği zaman. 🙂

Pazar günü olduğunda bahar aylarında pikniklere gidilirdi ailecek. Keyifli bir hafta sonu geçirmek için bahane olurdu. Evden uzaklaşıp değişiklik yaratılırdı. Ağaçların gölgesinde yenilen yemekler ve sonrasında bir güzel uyku, dönüşte sanki yenilenmiş bir insan psikolojisi yaratırdı. Şimdilerde ise eğlence anlayışı biraz değişti. Daha çok bilgisayar karşısında geçirilen zamanlar ve dijital yenilikler… Bunların yanında vakit geçirebileceğimiz AVM’ler. Kendimizi hazır iklimlendirilmiş, bir köşede yemek yiyip devam edebileceğimiz, üzerine çayımızı kahvemizi içebileceğimiz, WC sıkıntısına girmeyeceğimiz bir ortamda dinlendiriyoruz ya da eğlendiriyoruz. Antalya’da bunlardan biri Terracity AVM. Öğleden sonraki zamanımızı kuzucanım ve ben, Sezgi halasıyla birlikte geçirdik. Beren ortalıkta koşturup dururken, geniş koridorlar ve serin bir mekân enerjisini ortaya çıkardı bebeğimin. Gelmişken birkaç mağazaya girip göz atalım dedik Sezgi’yle. Ama çok uzun kalamadık tabi hâliyle. Neden? Çünkü bir cin kızım var. Sevmemiş gittiğimiz yeri. “Babacım çişim var.” dedi ve kucakladığım gibi, koşa koşa ta öbür uçtaki tuvalete yetiştirdim. Geldik, içeriye girdik.. Eee. Dolu. Tıklım tıkış! Neyse ki oralarda bizim durumumuzu fark edip, hemen yan taraftaki özürlü tuvaletini kullanabileceğimizi işaret etti bir temizlik görevlisi. Ama Beren’den bu kadar hengâmenin ardından hiç değilse bir damla bekledim… “Yok mu babacım?” sorumun cevabı çok netti. “Yok!”… E iyi ne yapalım, çıkalım bari dedikten sonra çıktık. Ellerimizi de yıkadık bir güzel. Sonra kaldığımız yerden devam…

Oyuncakçının önünden geçemedik. İçeriye girdik hemen. Turumuza başladık. Beren çok fazla oyalanmadı ama. Baktı şöyle bir üstünkörü, raflarda herhangi bir değişiklik var mı? Yeni ürün gelmiş mi  diye… (sanırım). Yoktu muhtemelen. Çıktık yan tarafındaki Akturland City oyun alanına geçtik. Beren “jeton alalım!” dedikten sonra halası dayanamadı ve 2 jeton aldı kuzuma. Orada bir forklift operatörü  oldu. Bir de tren makinisti. 🙂 Beren’le oradan çıktık ve minik kuşum dondurma yemek istediğini söyledi. Hem de çilekli! 🙂 Kuzum bir çilekli sundae, Sezgi ve ben de birer çikolatalı milk shake ile oturup dinlenme fırsatı yakaladık. Çilekli dondurma ve üzerine bonibon ilavesini de unutmadık. Yeme içme faslından sonra birkaç tur daha attık. Beren de iyice yoruldu ve uykusu gelmeye başladı. Son olarak birer kahve de içelim oradan gidelim diye düşündük ama baktık ki Beren’in gözleri yavaş yavaş kaymaya başladı uyku tarafına. Daha fazla oyalanmadan kalkmaya karar verdik. O arada biz Sezgi’yle karar verme aşamasındayken, Beren bir lolipopu açmış elinde tutarken “bana bundan alır mısın?” diye sordu. Artık “uykum geldi baba ne yaptığımı bilmiyorum” mesajı mıydı bu yoksa “baba ben çok cin bir kızım” mı bilmiyorum. Almak zorunda kaldık tabi. Bir elinde lolipopu, diğer elinde ambalaj kâğıdı. Yapacak bi’şey yok! 🙂 Lolipopunu yedi, üzerine de suyunu içti… Ve artık anneye gitme vakti geldi…

Günün başında Beren’i annesinden almaya gittiğimde cep telefonumu şarj ediyordum bu arada arabada. Beren’i aldıktan sonra da navigasyon programını açtım ben de babaanneye giderken yolda. Beren yolu tarif eden ablanın sesini sevdi. “Ayşe mi bunun adı dedi?” İlk koyduğu isim Ayşe sevdiği bebeklerine de. Sonra Zeynep ikinci sırada. (Zeynep ismini ben de severim.) Tesadüf ki bize yolu tarif eden ses de Zeynep’ti. Konuşan ablanın adı Zeynep dedim. “Sen Zeynep ismini de çok seversin değil mi tatlım?” sorusuna da kafayı sallayarak ve bu arada göz kırparak “evet” dedi. “Çok güzel sesi değil mi ablanın?” diyerek sohbeti devam ettirmeye çalışırken, o arada yine konuştu Zeynep! Beren de sevmiş olmalı ki Zeynep’i, “Ben Zeynep’im, yol gösteririm!” şeklinde özetledi durumu. “Yol göstermek”…

Sezgi ile birlikte de Beren’i annesine teslim etmek üzere yola çıktığımızda da açtık “Zeynep’i”. Yol boyunca tarif etti bize yolu. Beren de keyifle eşlik etti ona ve halasını da beni de gülücüklerle uğurladı akşam saatinde… Annesi ile eski öğretmenevi önünde buluştuk. Beren hafif uykulu gözlerle benim omzumdan annesinin kucağına geçti ve haftaya görüşmek üzere ayrıldık minik tatlı tavşanımla…