Beren’imle bu hafta da “en güzel gün pazar”ı yaşadık. Annesinden aldım minik kuşumu. Bindik arabamıza babaanneye doğru yola çıktık. Yolda
Beren’imle bu hafta da “en güzel gün pazar”ı yaşadık. Annesinden aldım minik kuşumu. Bindik arabamıza babaanneye doğru yola çıktık. Yolda sohbet ederken tırnaklarında kırmızı ojeleri de vardı süslü şirinimin. Sesini duymak istedim sadece, o tatlı dilinden dökülen kelimelere gülümsemekti amacım. Zamanımızda gülen insanlara değişik birer varlıkmış gibi bakan birçok kişinin aksine, gülmek için ortada komik bir durumun olması gerekmiyor bana göre. Artık mutsuzluk sıradan bir kavram olduğu için, mutluluk garipseniyor sanırım. Benim kızım, yanımda ve neşemiz yerinde. Neden gülmeyeyim? Sordum: “Ojelerini kim sürdü tatlım?” diye. “Annem.” dedi. “Çok güzel olmuş kırmızı ojelerin.” dedim ve “yuvaya da mı böyle gidiyorsun?” diye sordum. (Tabii ki böyle olmadığını bilerek.) Cevap da çok yerinde geldi: “Ben yuvaya giderken makyaj yapmıyorum.” 🙂
Kahvaltımıza başladık babaannede. Sofra başında Beren sabahları az yiyor. Domatesler, peynirler çatalın ucunda dönerek geliyor Beren’e doğru dedim. İşe yaradı. Böylelikle epeyce yedi. Sonrasında “yanaktaki düğmeye” basarak devam ettik. Güne başladık neşeyle, evde her zamanki yerine, odasına geçtik sonra. Dolap içinde kendisine ait olan kısımda bulunan oyuncakları inecek önce tamamen halının üzerine, orası öylece bir duracak. Sonra binecek bisikletine, (güzergâhımız üzerindeki tüm halı vs. toplanıyor tabi) birkaç tur atılacak evin içinde. Babaanne mutfağı toplarken, dede bir taraftan yıkadığı taze meyveleri hazırlıyor Beren’e. Çekirdekler çıkıyor, kabuklar soyuluyor ve meyveler doğranıyor.
Önümüz kış, nasıl olsa bir ev hapsimiz başlayacak yakında diye düşünerek, dışarıya çıkalım dedik. Özdilek’e gitmeye karar verdik ilk olarak, yola çıktık ve gideceğimiz yeri söyleyince Beren’e; “Oradan şeker de alırız, poşette” dedi kuzum. Otoparka arabamızı park ettik ve yukarıya çıktık. Çıkar çıkmaz ilk durağımız Koçtaş oldu ama girmeden önce kuzumun istediği renkli şekerlerden aldık. Beren de rahatça dolaştı reyonlar arasında. Elinde şekerlerini yiyerek. Pazar günü kalabalığı vardı orada, alışveriş amaçlı gitmediğimiz için uzaklaşalım bir an önce istedik. Kuzuma da söyledim buradan başka bir yere gideceğiz diye. Başka bir alışveriş merkezine gidelim dedim. Kuşum da hiç itirazsız kabul etti. Banio’ya gitmek için yola çıktık. Özdilek’e de yakındı. Konyaaltı Banio’ya gittik. Beren’in enerjisi daha da arttı orada. Bir alt kat bir üst kat derken bir süre de orada vakit geçirdik. Beren ortada duran bir oyuncak sepetinden “kurbağacık” beğendi. “Uğur böceği de var.” dedi. Ama söyledi geçti. Kıyamadı kuzuma babaannesi ve kurbağacığı aldı Bebeğime. Beren de kurbağacığı kucakladı sımsıkı. Sonra sıkıldı elinde taşımaktan, tutuşturdu elime. Koltuk altımda kurbağacık ve önümde Beren bir kovalamaca oyunu oynadık. Kahkahalarıyla çınlattı mağazayı kuzum.
Akşam saatlerine yaklaştığımız saatlerde, havanın kararmasının da etkisiyle birlikte, herkesin yüzü gülüyor ama, kimse kimseye bir şey söylemiyor. Banio’dan çıkmadan önce Beren’e bir de plastik sandalye almıştık. Arabamızın yanına geldiğimizde biliyor ki artık yavaştan anneye doğru gideceğiz, koydu hemen kaldırıma, oturdu ve attı bacak bacak üstüne. “Burdayım ben bir süre daha” mesajını aldık. Fotoğraflar çektik, kurbağacıkla da, ikimiz birlikte de. O anı daha fazla uzatmadan ve üzerinde durmuş gibi yaşatmadan, arabamıza bindik ve anneye doğru yola çıktık.