Saat beş

Bu hafta öğleden sonra havanın da güzel oluşunu fırsat bilerek dışarıya çıktık. Beren’e ne zaman dışarıya çıkacağız desem hemen “e-bebek’e

Bu hafta öğleden sonra havanın da güzel oluşunu fırsat bilerek dışarıya çıktık. Beren’e ne zaman dışarıya çıkacağız desem hemen “e-bebek’e de gidebiliriz.” şeklinde bir cevap alıyorum. Ben de istiyorum ki, hava güzelken güneşin ve temiz havanın tadını çıkaralım. Bir şekilde parka da gitmek şartıyla ikna oldu ve kendimizi Yenikapı’da bulduk. Ben oradaki Starbucks’ı çok sevdiğim için önce bir oraya uğrayıp Beren’e portakal suyunu ve kendime de kahvemi aldıktan sonra biraz oturup dinlenmek ve kızımla sohbet etmek istiyordum. Bahçesinde oturmayı hayal etmiştim ama bahçede boş yer yoktu. Biz de içeriye girdik ve cam kenarındaki koltuklara kurulduk. Beren portakal suyu için pipete ihtiyacı olduğunu ve nasıl kullanması gerektiğini geçen haftaki tecrübemizde öğrenmişti. Kapağının çıkarılmadan kapağın ortasındaki artı işaretini kullanması gerektiğini. Bu kez pipeti kendisi aldı, kendisi açtı ve “ben yapabilirim” dedikten sonra zaten halletmişti bile. Birlikte yudumlamaya başladık karşılıklı. Ben de kahve karıştırıcısını çıkarıp peçetenin üzerine koydum. Beren onu aldı ve bir “artı” yapmak istiyorum dedi. “Bir tane daha çubuğa ihtiyacımız var baba”. “Gidip alalım o zaman beraber?” Aldık bir tane daha (her şeyi kendisi yapmak istiyor, karıştırıcıyı da kendi elleriyle almak istedi, kucaklayıp kaldırdım.) ve yerimize geçtik. İki adet karıştırıcı ile yaptı artıyı. Ben de bir adım daha öteye giderek, çarpıyı da gösterdim. Artı, böyle çevirince çarpı. 🙂

Neredeyse yarıladık ikimiz de bardakları. Sonra Beren tuvalete gitmek istediğini söyledi. Koşarak çıktık dışarıya kucakta yavru kuşla. Arka taraftaki tuvalete geçtik. Erkekler tarafına giriyoruz tabii hep alışık olduğu gibi Beren’in de. Bu kez yan yana iki kapıdan soldaki erkeklerinkiydi ama kapalıydı. Biz de açık olan tarafa girmek zorunda kaldık. Girdik ve Beren “Burası kızlar tuvaleti babaaa!” dedi ve ardından ekledi; “Ama olsun ben de kızım.” dedi. Bir an önce işimizi bitirip çıkma derdindeyken ben de o arada açıklama yapıyorum Beren’e, “tatlım aslında senin kızlar tuvaletine girmen gerekir ama yanında olmak zorunda olduğum için, ben de kızlar tuvaletine giremediğim için…” o arada bitti ve Beren hâlâ “Baba gördün mü bak burası kızlar tuvaleti, kapıda da kız resmi var. Girerken gördün mü? diyordu. Ben de tam taytını yukarıya çekerken, “çıkarken bakalım tatlım” dedim. Çıktık kapıya baktık ve ellerimizi yıkayıp yerimize döndük. Beren kolundaki saate baktı ben de baktım onunla birlikte ve saatin beş olduğunu söyledim. Beren “sabah beş oldu.” dedi. Akşam beş olduğunu anlatamadım. Hava kararmamıştı çünkü. 🙂 Sabah dediği de zaten gündüzü ifade ediyordu…

Kalan birkaç yudumu daha içerken, “Levent abiyle gittiğimiz yer de buraya benziyordu.” dedi birden miniğim. Ne kadar dikkatlisin bebeğim… 🙂 “Evet dedim aynısından burada da var.” dedim. “Arayalım mı, nasılsın diye soralım mı?” dedim Beren pipetle bir yudum daha içerken ve elinde bardağını tutarken. Kafa salladı. Aradık Levent abimizi ve kısa bir süre sonra yanımıza geldi. Biz de bu arada Starbucks’tan çıkmıştık. Beren yine çok sevdiği yerde, kucağımda, Karaalioğlu parkına doğru yürüyorduk. Otopark içinde karşılaştık. Birlikte devam ettik. Beren az ilerde “uçak var burda, binelim mi?” dediğinde, Levent abi  bana baktı, açıkladım ben de. Bir havayolu firması tarafından yaptırılan uçak şeklinde çocuk oyun yerleri ve kule de vardı.

Parkta eğlendik bir süre, Beren uçakta, yerde, salıncakta, kaydırakta orada burada bir anda her yerde oldu. Sağa sola koşa koşa yoruldu. Uyku da gelmeye başladı yavaş yavaş ve biz de oturup biraz dinlenmek, sıcak bir şeyler içmek niyetiyle çay bahçesine oturduk. Yolda yürürken, üzerindeki montunu çıkarmak istemesinden, deniz kenarında duvarların üzerine çıkmak istemesinden ve sonrasında sırayla duvardan inip, montunu giydikten sonra yürümek istememesinden bahsetmedim. Kucağıma aldım ve kızımın çok sevdiği “prenses koltuğu”nu yaptım ve böyle devam ettik çay bahçesine doğru.

Beren burada bir şey içmek istemediğini söyledi  ve ona uygun alternatifleri sunmaya başladık. Biliyorum ki uykunun etkisi arttı ve ne istediğini aslında kendisi de bilmiyor. 🙂 En yakın yer olarak Tchibo’ya gittik. Orada cheesecake yiyelim dedik. Kalmamış. Başka bir şeyi de Beren istemedi. Pembe bir pasta gördü orada onu istedi ama ben de görünüşü dolayısıyla yedirmek istemedim. Salman pastanesine geçtik “belki” diyerek, orada istediği pastayı yerdi. Ama orada da istediği “pembe” pastadan olmasına rağmen, gördüğü uğur böceği şeklindeki pastayı istedi ama kocaman bir pastaydı. Belli ki uyku iyice ağırlaştı ve kucağıma gelmek istedi. Arabamıza doğru yürüdük ve Levent abimizle ayrıldık. Beren’i arabaya bindirir bindirmez koltuğunun yan tarafına koydu başını ve sevdiği “inek” şarkısını da açınca, otoparktan çıkmadan kapattı gözlerini ve annesine kadar mışıl mışıl uyudu. Annesine geldiğimizde kucaktan kucağa transferi gerçekleştirdik. Günü de bu şekilde tamamlamış olduk minik tatlı tavşanımla… 🙂

Fotoğraf makinamızı yanımıza almayı unutmuşuz dışarıya çıkarken, bu hafta cep telefonu ile çektiklerimizle idare ediyoruz. 🙂