Bu yazıyı Ekim ayı başında yazmaya başlamıştım ama sabahları Berenle birlikte yaşadığımız o kadar çok detay vardı ki, hepsinden azar
Bu yazıyı Ekim ayı başında yazmaya başlamıştım ama sabahları Berenle birlikte yaşadığımız o kadar çok detay vardı ki, hepsinden azar azar bahsetmek istediğim için buraya kadar uzadı. Ama sonra ilk yazdığım yazının orijinalliğini bozmadan tüm doğallığı ile yayımlamaya karar verdim. Çünkü bir oturumda içimden geldiği şekilde yazımı yazmıştım.
Sonbaharın gelişiyle birlikte yavaş yavaş kendimizi yazın rahatlığından uzaklaştırdık. Ben yine aynı şekilde işime gidip gelirken, büyük değişiklikler Ezgi’de ve Beren’de oldu. Yaz döneminde Ezgi ve Beren erken kalkmak zorunda olmadıkları için, güneş gözlerini rahatsız edinceye kadar yatağın içinde keyif yapıyorlardı.
Artık bu kış hem Ezgi hem de Beren okullu oldu. Anne erkenden çıkıp evden ayrıldıktan sonra ev kuzuyla bana kalıyor. Bu arada Beren uykuya devam ediyor (tabi hâlâ bizim yatağımızda). Ben de sabah haberlerini izlerken, bir yandan da kahvaltımı yapıyorum. Sonrasında sofrayı topladım, masayı sildim, televizyonu kapattım derken bir koşturmacaya başlıyorum. Önce Beren’in yanına bir gidiyorum, uyandırmadan ön hazırlıklara başlıyorum; “Tatlıım, güzel kızııım uyanmış mıı?” diyerek kuzumun gözlerine ve dudaklarına bakıyorum. Eğer Beren’de bir kıpırtı yoksa daha yüksek sesle aynı cümleyi tekrarlayarak birkaç kez devam ediyorum. Bu arada dakikalar geçiyor. Sonra sıcak temasa geçiyorum. Yanaklara öpücük bombardımanı, sonra saç okşama. Ardından hafif bir sarılma, sıkı sarılırsam daha uykulu olduğu için daralıyor ve eliyle itiyor. Hafifçe sarılarak, saçlarını okşayarak ve boynundan öperek son operasyonu da tamamladıktan sonra, sıra gidilecek yer hakkında bilgilendirmeye geliyor. Bir gün okula, bir gün babaanneye gidileceğini yavaş yavaş kavramış olacak ki, bugün sabah “nereye gidicez babacım biliyor musun?” diye sorduğumda babaanne deyiverdi.
Eğer bir gece önceden çok geç yattıysa ya da bir güzel sütünü içip uykuya daldıysa bilirim ki çok daha önceden başlamalıyım uyandırmaya. Başlıyoruz; “Babacım sabah olduuu, güneş doğduu.. bak perdeleri açıyorum…” , “Minik Beren uyandııı…”, “Sarı abi* Beren nerde diyoo…”
Beren’i zar zor uykusundan uyandırdıktan sonra işimiz daha bitmiyor. Onu üzerini değiştirmesi için ikna etmek de gerekiyor. Kalkar kalkmaz “Ben kedi oldum.” diyor ve ben de ipucunu yakalamış oluyorum böylece. Sen ne kadar tatlı bir kedisin, kedi yeni uyanmış, sarı abisine gidecekmiş, onun için de pijamalarını çıkarıp yeni cicilerini giymeliymiş diye diye, son on dakikaya giriyoruz. Servis saati de yaklaşıyor. Beş dakika sonra İrem öğretmeni cep telefonuma bir cevapsız arama olarak uyarısını yapıyor. Biz geliyoruz siz de yavaş yavaş hazırlanıp inin diye. O arada, araçla seyahat esnasında hâlâ bezini kullandığından, bir de onu değiştirmem gerekiyor. Onu değiştirip, üzerine bir şeyler giydirdikten sonra çorapları ve ayakkabıları derken, kalan beş dakikayı da tüketmeye başlıyoruz bir ucundan. Neyseki çoğu zaman akşamdan hazır olan çantasını da alıp, Beren’le birlikte evin kapısından adımımızı attığımız anda büyük bir rahatlık hissediyorum. Asansörü çağırıp aşağıya indiğimizde, servis henüz gelmemişse zafer bizimdir. Beren birazcık yürüyerek sabah sporunu yapıyor. Apartmanın giriş kapısından, otoparkın kapısına kadar. O arada servis de gelmiş oluyor. Beren benim kucağımdan, İrem öğretmeninin kucağına gidiyor. Oradan da her zaman oturduğu koltuğuna geçiyor ve öğretmeni hemen emniyet kemerini bağlıyor. “Akşama görüşürüz tatlııımm” diyerek birbirimize el sallayarak ayrılıyoruz.
Bundan sonra da baba tekrar yukarıya çıkıp, açık olan kettle, pencere, klima vb. varsa onları kapatıp, masayı temizleyip çantasını kaptığı gibi, işine yetişmeye çalışıyor.
* FasTracKids® logosu
Canlarımız, işte tüm bu koşuşturmacalar hayatın tadı. Sağlık ve mutluluklar hep sizinle olsun!